Dolmabahçe Sarayı Saat Kulesi, restorasyondan sonra ilk kez kapılarını HT Pazar’a açtı ve çan yıllar sonra ilk kez çaldı… Ülkemizin son saat ustalarından Recep Gürgen ile sanat tarihi ve felsefe eğitimli çırağı Şule Gürbüz, aksırması, öksürmesi bitmeyen nazlı saatleri anlattı…

 

7300636Dolmabahçe Sarayı Saat Kulesi’nin önü… Usta Recep Gürgen, elinde koca bir demir halkaya tutturulmuş ağır anahtarlarla salına salına geliyor. “Biraz merdiven çıkacağız ama size bir sürprizim var” dedikten sonra yoluna, bir saat gibi kararlı devam ediyor. Saat kulesinin kapısını açtığını gören turistler, hemen yanımıza geliyor. Recep Bey elini “Olmaz” manasında sallayıp “VIP tour” diyor ve bizi aceleyle içeri alıp kapıyı ardımızdan kilitliyor. Biraz tozlu, etrafta kırık cam parçaları var. Doludan ve sert fırtınalardan dolayı kadranlar kırılabiliyormuş. Her katta pencere var, yukarı çıktıkça hiç görmediğimiz bir manzarayla karşılaşıyoruz. Tam bitti sandığımızda Recep Bey gülerek, “Burada pes ederseniz asıl macerayı kaçıracaksınız” diyor ve onunda ahşap asma bir kata varıyoruz. Back to The Future filmindeki saat kulesi gibi… Kulenin en temiz yeri, çark sistemi burada. İçeriye akrep ve yelkovanın gölgesi vuruyor. Dev saatin içindeki minik parçalar gibiyiz ve her şey yeni başlıyor.
‘ZAMAN YOKSA SİZ DE YOKSUNUZ’
2018’e girmeye birkaç hafta kaldı, etrafımdakiler sürekli “Zaman ne çabuk geçiyor” deyip duruyor. Oysa kimsenin ne takvime ne de saate baktığı var. Aktör Morgan Freeman da geçen hafta bir dergide yayınlanan röportajında aynısını söylüyor ama işe biraz derinlik katıyordu: “Burada var olduğumuzun tek kanıtı zaman. Zaman yoksa siz de yoksunuz. Belki de yokuz, çünkü onu da dijitalleştirdik, alarm sesinden tutun da kadrana Mickey Mouse koymaya kadar acayip kişiselleştirdik. Evimin önüne saat kulesi yaptırmayı düşünüyorum.”
Acaba gerçekten orada olsaydı dönüp bakar mıydı? Her gün binlerce kişinin önünden geçtiği Dolmabahçe Sarayı Saat Kulesi’ne kaç kişi bakıyordu ki? Sırf meraktan bir sabah tam saat kulesinin önünde durup yoldan geçenlere “Saatiniz kaç?” diye sorduk. Bir kişi bile kafasını kaldırıp kuleye bakmadı. Uzun süre kulenin içinin fotoğraflarını aramış bulamamıştım. Ne yapalım; biz de kuledeki saati incelemek ve içini görebilmek için gerekli izinleri aldık. Restorasyondan sonra saat kulesini ilk kez HT Pazar’a açtılar. Ve işte saat ustası Recep Gürgen de bize eşlik etti.

YILLAR SONRA ÇAN ÇALDI
Kulenin içinde Chaplin’in arasında sıkıştığı gibi dev çarklar bekliyordum ama hiç de öyle değilmiş. Masanın üstünde bir cam fanus, içinde küçük bir aksam, koca saati çalıştırıyor. Restorasyon sırasında saatin mekaniğini tamir etmek pek kolay Olmamış, Gürgen epey uğraşmış ve saatin esasını bozmadan bir sistem geliştirmiş. “Burası yuva” diyor. Konuşurken bize hiç bakmıyor, o cam fanusun etrafında dönüp küçük çarkları çevirip duruyor. Bilgiler vermeye devam ediyor. Dolmabahçe Sarayı Saat Kulesi mekanizması, dönemin ünlü ustası Paul Garnier tarafından yapılmış. Barometre, termometre, higrometre, rüzgârgülü, pusula gibi yan ölçüm araçları da var. Birkaç dakika sonra “Yıllardır çalmıyordu, müzedeki misafirler için de sürpriz olacak. Kulaklarınıza dikkat edin” dedi. Saat tam 10.00’u gösterdiğinde asma kattaki dev çana kocaman bir tokmak vurmaya başladı. Tüm bedenim sarsıldı. 10 kez… “Dong! Dong! Dong!” Küçük pencereden aşağıya baktım, insanlar anında telefonu çıkarmış video çekmeye başlamıştı bile. “İnsanlar çan sesini bile kayda alıyor, anlamadım gitti” dedi galiba ama kulaklarım öyle uğulduyordu ki bu sözünü ustaya birkaç kez tekrarlattım. Küçük turumuzdan sonra kulenin ve saray içindeki saatlerin hikâyesini dinlemek üzere merdivenlerden aşağı inerken Recep Bey, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki Muvakkit Nuri’den bir alıntı yaptı: “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur…” Bunun üzerine “Üstat, İstanbul’daki saat kulelerinin hepsi aynı zamanı mı gösteriyor?” dedim, güldü.

‘TAMİRİ İMKÂNSIZ SAAT YOKTUR’
Sessiz, sakin bir adam Recep Gürgen. Hiç acelesi yokmuş gibi yavaş yavaş konuşuyor. Oysa atölyesinde tamir edilmeyi bekleyen bir sürü saat var. Aynı Ahmet Hamdi Tanpınar’ın kahramanlarından Muvakkit Nuri’nin atölyesindeki gibi… “Aceleci olmak faydasız” diyor. Hikâyesi ilginç, 1960’ta saatçi dayısının yanında çırak olarak başlamış işe: “Saatleri çok seviyordum. Dayım benim şansımdı. Çırağı olmamı isteyince çok sevindim…” 2 yıl boyunca gece gündüz çalışmış ama ustası saatlere dokundurtmamış. Bu da onun saate karşı tutkusunu daha da kışkırtmış. “Saatin kapağını ilk açtığım günü unutmam” diyor. Bu heyecanı Recep Bey’i saray saatçiliği geleneğini bilen Wolfgang Mayer’e kadar götürmüş. “Bay Mayer beni sorguya çekti, ellerimi uzatmamı istedi, titreyip titremediğine ve avuçlarımın terleyip terlemediğine baktı. Bu ikisi gerçekten saatçilikte çok önemlidir. Daha sonra mektupla beni çağırıp 3 günde işe aldı.” Sonra da Recep Usta, Mayer’in atölyesinin şefi oldu.
Recep Usta’nın kartvizitinde “Tamiri imkânsız saat yoktur” yazıyor. Hayatını buna adamış, bilhassa ümit kesilen mekanikler ilgisini çekiyor. “Hiçbir saat atılacak kadar kıymetsiz değildir. Her saat bir dönemi, aileyi ve tercihi yansıtır. Saati kullanmasanız bile onun size hatırlatacağı bir şeyler mutlaka vardır” diyor. Günlerce, haftalarca uğraştığı oluyormuş ama yine de vazgeçmeye niyetinin olmadığını söylüyor ve ekliyor: “Masaya saati koyduğumda önce haline acırım, sonra yavaş yavaş canlandırırım.”
“Saatin eskisi gibi yaygınlığı kalmadı, telefonlardan saate bakılır oldu” diyenler çok oluyormuş. Ama saat tamirciliğini bir iş gibi görmüyor zaten. “Hayatınız boyunca verdiğiniz çabanın kaybolup gideceğini sanmayın. Bir şekilde bir yerde fark edilir ve ondan sonra daha önemli bir safhaya geçersiniz” diyor. Yine aklıma Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nden, bu kez baş karakter Hayri İrdal geliyor. Hayri, ustasının anlattıklarını beyhude sanırken saat hakkında bildikleri onu bir enstitü kurmaya kadar götürüyordu ve sonunda paraya para demiyordu ya, o hesap… Mutluluk mu? O ayrı bir hesap. Kitabı okuyan anlar. Gürgen’in de Hayri ile bir şekilde yolu kesişiyor. Kendisi şimdi Dolmabahçe Sarayı içindeki Milli Saraylar saat koleksiyonu, kasırlardaki saat ve saat kulelerinin ustası. Hepsi onun elinde. Yani bir çeşit enstitü…

‘AKSIRIR, ÖKSÜRÜR ŞİKÂYETİ BİTMEZ’
Recep Usta kendine bir kalfa da bulmuş. “İhtiyatlı, çalışkan ve özeldir” diye anlatıyor çırağı Şule Gürbüz’ü, ki çoktan çıraklığı bitmiş. O da artık bir usta. Hem de Recep Bey’den sonraki tek kişi. Kendisi İstanbul Üniversitesi sanat tarihi eğitiminin Ardından Cambridge Üniversitesi’nde felsefe eğitimi almış. Ardından antika saatçilikte uzmanlaşmış. Gürbüz’ün kitapları da var… “Saat ustası olmayı kendi adıma şık ve güzel buldum. Recep Gürgen’den beni yetiştirmesini rica ettim. 1997’den beri kendisiyle çalışıyoruz” diyen Şule Hanım, pek ortalıklarda görünmemeyi tercih ediyor. Atölyede çok işi olduğunu, “Saray saatlerini aynı hassasiyetle çalışır hale getirmek kolay değil. Elinizin hep mekanik saatin üstünde olması gerekir. Aksırır, öksürür, şikâyeti bitmez. Saatler merhametli bir ele her an muhtaçtır” demesinden anlıyorsunuz. Aldığı eğitimlere şaşıranlar, hatta gereksiz bulanlar oluyormuş ancak Gürbüz, aksine daha çok eğitim alması gerektiğini düşünüyor.
“Başka yabancı diller, fizik ya da matematiği daha da iyi bilseydim daha iyi tamirci olurdum” diyor. Garip geliyor tabii kulağa amadeğil. Sadece azınlıktalar. Sadece, çoğumuz gibi bozanların değil pek azımız gibi onaranların tarafındalar.

‘SAATLER ŞEHRİN SEMBOLÜYDÜ’
Usta Recep Gürgen eski günleri şöyle anlatıyor: “Eskiden saatinizin bozulması ciddi bir sorundu. İnsanlar önemser, tamire getirirdi. Dükkâna gelenler bir ustaya gittiklerinden ceketini iliklerdi, keza usta da aynı şekilde müşterisini karşılardı. Kimse boş durmazdı. Hatırlarım, ustalarımın işi olmadığında tamir ettiği saati söküp temizler, yeniden tamir ederdi. Kuleler de değişti. Eskiden birçok şehirde saatler vardı ve bu saatler o şehrin sembolüydü. Mimarlar projelerine saat de koyardı ve o saat en önemli obje olurdu. Günümüzde reklam amaçlı basit saatler koyuluyor, reklam bir süre sonra kalkıyor ve saat de çalışmıyor. Oysa kule saatleri her daim ilgiye ihtiyaç duyar.”

ŞULE GÜRBÜZ’ÜN SAAT KİTABI’NDAN…
Sultan Abdülhamid döneminde saat kuleleri yaygınlaştırıldı. Saat kuleleri modernleşmenin de sembolüydü. 19’uncu yüzyıla doğru birçok saat kulesi inşa edildi. 2. Abdülhamid’in 25’inci cülusunda, her vilayetin valisine saat kuleleri inşa etmesi için ferman yolladığı da söylenir.

 

Ece Ulusum

Related Posts

Klima savaşları

Çözüm artık şu havuz problemini

Denizlerin arka sokakları onlara emanet

‘Bir bakışta böceklerimin derini anlarım’

Yeni annelere sağ kalma rehberi

‘Vücut parçalarını eşeklerin üstünde taşıdılar’