Bugün Şeb-i Arus etkinliğini sunacak olan Selçuk Yöntem’le buluştuk. Mevlânâ ile başlayan sohbetimiz Yöntem’in bıyıklarına kadar uzadı. Gerisini siz düşünün…
Instagram’da gezinirken, bir videoya denk geldim. Selçuk Yöntem, Nâzım Hikmet’ten bir şiir okuyor, insanlar da ona hayran hayran bakıyordu. Yöntem’in duruşu ve sesinden etkilenmemek ne mümkün! Yakında bir şiir albümü çıkaracak, doya doya dinleyeceğiz. Kötü adamı canlandıracağı bir projesi de yoldaymış. Ama ondan önce Şeb-i Arus etkinliği için bugün Zorlu PSM’de sahnede olacak. Yöntem’le yoğun temposu arasında oturup sakince sohbet ettik.
■ Mevlânâ sizin için neyi ifade ediyor?
Hoşgörü, sevgi ve paylaşmak… Bir de elbette aşk. Bu aşk sadece insanla değil; Yaradan’la, o büyük güçle bağlantılı bir aşk… Zaten Mevlânâ’nın sevgisi ve hoşgörüsü hayata geçirilse, dünyada hiçbir sorun olacağını sanmıyorum.
■ 1200’lü yıllarda söyledikleri bugün hâlâ geçerli. Çok haklı olduğunu hep görüyoruz ama uygulamada bir sorun var. Sizce neyi gözden kaçırıyoruz?
O yıllardan bu zamana insanoğlunun korkunç bir şekilde eksiye doğru gidişi var. Kendi mahvetmeye yönelik bir gidiş… Teknolojinin de etkisi büyük. Esasında teknoloji tekerleğin bulunuşundan itibaren insanlara çok yardım etti ama Mevlânâ dönemindeki ruhu zaman içinde vahşi bir para ve kapital tutkusuyla tükendi. Çoğunluk mutlu değil. İnsanların bir zamanlar ortak duyguları vardı, göz göre yok oldu. Çok üzücü…
■ Mevlânâ’nın aşka dair benzetmeleri çok naiftir; bülbül, sema, bağ… Şimdi bu tür benzetmeler kalmadı. Yeri doldu mu, bilmiyorum.
O zamanki özlem, duygu ve coşku ile günümüzdeki farklı. Orada doğadan başlayan bir aşk var. Şimdi ise çaresizliğin, yetersizliğin aşkı… Listeyi uzatabiliriz; ekonominin zayıflığına duyulan aşk ya da arkadaşa, sevgiliye, ihanete ve terk edilmişliğe duyulan aşk da var. Bu tür etkenler insanları başka bir kafaya getiriyor. Bu zamanla o zamanın gerçeklikleri bağdaşmıyor. Yansımaları da farklı çünkü günümüzde umutsuzluğun ve çaresizliğin aşkı var.
■ Derin düşünüyorsunuz. Bunların farkında olmak size bir sorumluluk mu yüklüyor yoksa başka soruların peşinden mi götürüyor?
İnsan kendinde olan duygularla hareket ederse üzülmez. İnsan olma duygusuna sahipsek bu normalliktir ve büyütülecek bir yanı yoktur. Fakat bunun normal değilmiş gibi düşündüğümüz bir dönemdeyiz. Günümüzde neyin çatışmasını yaşıyoruz, bakın, hamile kadına tekme bile atılabiliyor! Acımasızlık hâkim. İnsan olalım yeter.
■ Acımasızca şeyler yaşanırken bir yandan naif bir işle uğraşıyorsunuz, sanatla. Bu nasıl bir ikilem?
Çok etkileniyorum ama esasen başına gelen kişileri daha çok etkiliyor bu olaylar. Sizi ise zedeliyor ve işinizi daha ağdalı bir hale getiriyor. Ama şunu bilmek lazım ki bu dünyayı sanat kurtarır. Sanata sarılmalıyız. İnsanla, insanın ruhu, dokusu ve sevgisiyle ilgilenen bir eylem. Ve sanatla uğraşanın kötü bir şey düşünecek vakti olamaz.
■ Biraz konuyu değiştirelim. Google’a adınızı yazdım ve bana “Şunu mu demek istediniz: Selçuk Yöntem gençliği” diye karşılık verdi. Gençliğiniz neden çok merak ediliyor ki?
(Kahkaha atıyor.) Bilmiyorum, neden acaba? Gerçi evet, o zamanlar bedenim gelişmemişti. Farklıydım. Saçlarım simsiyahtı şimdi beyazlar geldi. Bir beden büyüdüm. Onun dışında hemen hemen aynı sayılırım. Tabii ki aynı değil yahu, değişiyor ama aynı kalmaya çalışıyor insan. Özen gösteriyorum.
■ Röportajlarınızı karıştırdım da size neden sürekli kadınlar soruluyor, çözemedim!
(Gülerek.) Bilmiyorum! Gerçekten hiçbir fikrim yok. Belki şiir albümü yaptığımdan. Olayı Aşk-ı Memnu dizisi değiştirdi. Onun etkisi olabilir.
■ Kadınlar hakkında çok hoş şeyler söylemişsiniz. Ben de bu sefer erkekleri sorsam. Hep öyle bir ayrım vardır değil mi?
Kadınlar ve erkekler… İkisi de başka varlıklar. Yapısal, düşünsel ve mantıksal olarak çok farklıyız. Burada didişmenin bir âlemi yok bence. Herkes birbirini olduğu gibi kabul etsin, hayat böyle akıp gitsin. İnsanlar karşısındakini kendine benzetmeye çalışıyor. Bu doğru değil ve çatışmalarla mutsuzluklara neden oluyor. Gerçi söylemesi kolay da bu kâinatta birbirimizi anlayamayacağız.
■ Siz aşk hakkında güzel tespitler yapıp doğru tavsiyeler veren, kadınların dilinden anlayan, romantik ve samimi biri olarak anılıyorsunuz. Bu gerçek hayatta romantizmi zorluyor mu?
Bunu düşünmemiştim. Ne yaşıyorsam söylemlerimde de onu dile getiriyorum. Romantizmi çok severim. Güzel bir şey, insanı çocuksu kılar. Ama sürekli romantizme dalıp melankolik olmanın da anlamı yok. Ama gerçek romantizmi yakalamak kolay değil. Herkes kendini yakalamış gibi kandırıyor, yakalamak için çaba gösteriyor ya da yakaladığını varsayarak kendini kandırıyor. Acele etmemek lazım, beklemeli.
■ Siz söz ettiğiniz romantizmi yakaladınız mı?
Kim ne kadar çok yakalamışsa ben de o kadar yakaladım. (Gülüyor.)
■ Bir röportajınızda yaşınızın sizi daha derinlere inmenizi sağladığını söylemişsiniz. Nedir o derinler?
Aslında eksik bir anlatım olmuş. Derin derken şunları anlatmak istedim: Yaşanmışlık olunca hayatta patinaj yaptığınızı, yanlış yaptığınızı ve bizi üzen şeylerin ne kadar gereksiz olduğunu anlıyorsunuz. Bazı şeyler çok boş. Hayatı zorlaştıran biziz. O çok gereksiz duygularla bocalayıp kendini yok etmeye çalışmak, insanları kırmak, ilişkilerde gereksiz zaman harcamak… Bunlara bakıp anlamsız olduğunu düşününce, yol alıyorsunuz. Ben derinlikten bunu kasettim.